Türkiye’nin vicdanını derinden yaralayan gerçek, geçtiğimiz günlerde gün yüzüne çıktı. İçerisinde doktorların, hemşirelerin yer aldığı yenidoğan bazı bebeklerin doğum sonrası yoğun bakım ihtiyacını fırsat bilen çete, bunu paraya çevirmek üzerine sistemini kurdu. Bu sisteme göre bebekler, uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve ‘örgüt adına kârlı görünen’ hastanelere gönderildi. Çetenin asıl amacı bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade daha çok para kazanmaktı. Ancak enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları, normalden daha uzun süre yatılı kaldıkları veya hiç gereksinim yokken bu bölüme yönlendirildikleri için hayatını kaybetti. Masum yavruların trajik sonu ise birçok annenin, babanın kâbusu oldu. Yıllar sonra tüp bebek tedavisiyle dünyaya getirdiği evladını çeteye kurban veren annenin CİMER’e yaptığı şikayet ise acımasız tezgahın sonunu getirdi. Yaşanan bu dehşet, daha önce aynı hastanelerde evlatlarını kaybetmiş birçok anneye ‘Acaba benim çocuğumun ölmesinin sebebi bunlar mıydı, çocuğum eceliyle ölmedi mi?’ sorularını sordurttu. Bir camın arkasında evladından gelecek iyi haberi bekleyen prematüre bebek anneleri de bu sarsıcı olayla yaşadıkları zorlukları yeniden hatırladı. Acılı anneler bu süreçte neler yaşadıklarını anlatırken, prematüre bebeklere ve ailelerine destek olmak için çalışmalar yürüten El Bebek Gül Bebek Derneği’nin başkanı Psikolog İlknur Okay ise aile merkezli yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin gereksinimine dikkat çekti.
Haber basına yansıdıktan sonra derin bir üzüntü yaşadığını dile getiren ve bebeğini son anda vahşetin içinden kurtaran anne Sümeyra Oğuzhan kötü bir hamilelik yaşadığını aktardı. 28 yaşındaki Sümeyra Oğuzhan fark ettiği ihmaller sonucu 2023 yılının ağustos ayında yoğun bakımda yatan bebeğini son anda nasıl sıyırıp aldığını şu sözlerle anlattı:
“Devlet hastanesinde doğum yapmıştım. Yoğun bakımda yer olmadığı gerekçesiyle özel hastaneye sevk ettiler. İlk çocuğumdu, doktor ne dediyse onu yaptım. 3-4 dakika görebilmek için her gün gidip geldik. Benim kızım 30 haftalık doğdu ama durumu çok kötü değildi. 2 gün entübe kaldığını söylediler ama epikriz raporunda 7 gün entübe kaldığı ortaya çıktı. Daha sonra ben artık solunum desteğinden ayrılınca kızımı emzirmek istedim. Çünkü benden daha küçük haftalarda doğum yapan farklı hastanelerde arkadaşlarım vardı ve benden daha düşük haftada emzirmeye başladılar. Beni her gün arayan asistana emzirmek istediğimi söyleyince sürekli oyalıyordu. Bebeğin 37. haftadan önce emmeyi öğrenemeyeceğini çünkü beyin gelişiminin 37. haftada tamamlandığını söyledi. Hastaneyi sıkıştırmaya devam ettim çünkü bebeğimizi kucağımıza bile alamıyorduk. Daha sonra kucağıma almama izin verdiler ama emzirmeme izin vermediler. Birkaç kez bebeğim 1-2 dakika emebildi fakat sonra ememediği, biraz da üşüdüğü için geri aldılar. Hemşire bana ‘Bak gördün mü? Çocuğuna kötülük yapıyorsun. Nasıl nefes alıyor, onu yoruyorsun’ dedi. Zaten zor bir süreçten geçmişim, duyunca çok üzüldüm. Eşime dönüp ‘Ben kötülük mü yapıyorum acaba?’ diye soru sordum. Dışarı çıkıp sürekli ağlıyordum.
Kendi hastanede yattığım dönemde oda arkadaşım vardı. Onun da bebeği oradaydı. Arkadaşım hastaneye tesadüfen geldiğinde bebeğini başka hastaneye sevk ettiklerini öğreniyor. Son radde buydu. Benim kızım 1780 gram doğdu. Kilo almaya karnımda çok çok meyilli bir çocuktu. Sütüm de iyi geliyordu ve sürekli beslenmesini artırdıklarını söylüyorlardı. Ancak benim kızım hiçbir şekilde kilo almıyordu. Çünkü beslemiyorlardı. Beslediklerini söylüyorlardı ama ona da inanmıyorum. Bugün 5 gram aldı, öteki gün gidiyoruz ’55 gram verdi’ diyorlar. ‘Ben niye kilo veriyor?’ diye sorduğumda bebeğimin düzenli tuvaletini yapmayı öğrendiğini söylediler. Bu güzel bir şey ama bir bebek 55 gram tuvaleti nasıl yapabilir? Bize bebek 2 kilo olmadan hastaneden çıkaramayacaklarını söylediler fakat eşim bebeğe baktığında ‘Çocuk 2 kilonun altında değil’ diyordu. Bebeğimizi tartmalarını istedik ama tartmadılar, geçiştirdiler. Sonra imza atıp bebeğimizi çıkarmaya karar verdik, doktor hiç itiraz etmedi. Ben güvenmediğimi söyledim. ‘Çocuğumu şu anda dışarıya çıkarsam herhangi bir solunum problemi yaşar mı?’ diye sordum. Çünkü kendimiz ücretini vererek küvezli ambulans çağıracaktık. Onlar da ‘Hayır, herhangi bir problem olmaz’ dediler. Ancak verdikleri epikrizde yüzde 48 ile yüzde 50 solunum problemi olduğu yazıyor.
Ben bebeğimi oradan çıkarıp Ümraniye’de Devlet Hastanesi’ne götürdüm. Özel hastane bebeğimizi 2 kilo olmadan çıkaramayacağımızı söylüyordu. Fakat başka hastaneye götürünce bebeğimiz 2 kilo 110 gram çıktı. Zaten orada idrar yolları enfeksiyonu ve yoğun bakım virüsü kapmıştı. O yüzden gittiğimiz hastanede tekrar yatırdılar. İdrar yolları enfeksiyonu bir türlü geçmedi. Çocuğum hâlâ nefroloji takibinde. Bu haberi duyduğumda çok üzüldüm. Haberdeki yazışmaları okudum. ’50 satürasyonlu çocuk mu olur?’ mesajını görünce kanım dondu. Benim de çocuğum epikrize göre 50 satürasyonluydu. Ancak götürdüğümüz diğer hastanede makineye bağladıklarında yüzde 100 solunum yapıldığı görüldü. Eşimle dedik ki aynı şey belki bizim de başımıza gelecekti. Zaten bazı şeyleri hâlâ atlatabilmiş değilim. Birçok kez psikolojik tedaviye başvurdum. İçim içimi yedi. Keşke daha çok üstüne düşseydim. Her iki saatte bir uyanıyordum, çocuğum yanımda değildi. Ben bunları yaşamak zorunda değildim. Şu anda olsa daha fazla irdelerim. O kadar ileriye gideceklerini hiç düşünmedim. Zaten bunun için Sağlık Bakanlığı’na da bir şikâyette bulundum ama üstünden çok geçtiği için işe yaramadı.”
Zeynep Acar, erken doğum sebebiyle yenidoğan çetesinin anlaşmalı olduğu Özel Avcılar Hospital Hastanesi’nde doğum yapmıştı. Doğumdan 10 gün sonra yoğun bakımda kalan bebeğinden ölüm haberi alan Zeynep Acar, ‘Yenidoğan Çetesi’nin bebeklerin ölümüne sebep olduğu hastaneleri görünce kabuk bağlayan yarası yeniden kanadı. Bebeği 26 hafta 4 günlükken doğum yapan ve o dönem 27 yaşında olan Zeynep Acar, acısını şu sözlerle anlattı:
Bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade para kazanma amacı güden bir çetenin varlığı karşısında derin bir üzüntü yaşadığını dile getiren Zeynep Acar, çocuğunun ölümünden sonra yaşadığı şoku şu sözlerle aktardı:
“Bebek zaten erken doğmuştu, biliyordum. Açıkçası her şeye hazırlıklıydık. Bebeğimin 10 gün kadar yoğun bakım süreci oldu. Fenalaşınca bizi çağırdılar. Geldiğimizde bebeğimizin başında doktor vardı ve bebeğe müdahale ediyordu. ‘Bu bebek geri dönmeyecek’ dediler. Son kez kucağıma verdiler. O sırada bayıldım. Sonrasını pek hatırlamıyorum. Gözümü açtığında ben zaten yoğun bakımın dışındaydım. Sonra ‘Bebeğiniz öldü’ deyip, bize ertesi gün çocuğun cenazesini teslim ettiler. Biz bebeğimizi kaybettikten 1 hafta sonra arayıp bir de para istediler. Eşim de o zamanın siniriyle para vermedi. Eğer gerçekten hakları olan bir para olsa üstüne düşerlerdi diye düşünüyorum. Kaç sene oldu, sadece bir kere aradılar. Benim bebeğim belki gerçekten yaşamayacaktı, küçük doğmuştu. Ancak insanın içine ‘Bebeğimin ölüm sebebi bu katiller miydi?’ diye bir kuşku düşüyor. Bugüne kadar diyordum ki ‘Tamam, benim çocuğum erken doğdu. Bir komplikasyon oldu ve kaybettik. Ancak haber çıktığından beri ben bunu düşünemiyorum. Kimse de bu saatten sonra bana ‘Senin çocuğun eceliyle öldü’ diyemez. Ya bir şey varsa diye düşünüyorum. Ben bunu nasıl ispat edebilirim?”
Çocuğunu günlerce bir camın ardından izleyebilen, istediği gibi dokunmayan, koklayamayan prematüre bebek anneleri oldukça zorlu psikolojik süreçlerden geçiyor. Basına yansıyan vahşet haberiyle travmaları yeniden canlanan pek çok kadın öfkesini dile getirirken, 39 yaşında gebe kalan ve bebeğiyle ilgili gördüğü davranışlardan yıpranan annelerden biri olan Gülden Bulut, yaşadığı deneyimleri şu şekilde anlattı:
“Benim vücudumda şişme ve tansiyon problemim vardı. Üniversite hastanesine kaldırıldım. İki gün sonra ‘Hiçbir şeyin yok’ diye taburcu ettiler. Daha sonra yine gittim yine taburcu ettiler. Sonra bir doktor, ‘Gülden Hanım ikide bir gidip geliyor. Bu kadını bir gözetim altında tutalım’ dedi. Başka bir doktor da bana ultrasonla baktığında ‘Senin bebeğin de olsa yaşamaz, cılız kalır’ diyordu. Ben hep ağlıyordum, ölmesini istemiyordum. 28 Şubat günü kötüleştim, doğum yaptım. Nabzım bayağı düşüyordu, tansiyonum yükseldi. Bebeğimin ağlama sesini duydum ve dedim ki ‘Benim bebeğim yaşayacak’ Doğumdan sonra doktoruma ‘Hocam, ben buradan çıkarsam bu travmaları atlatabilir mi?’ diye sordum. Çünkü bir doktor beni sevindiriyor, biri ağlatıyor. Yani biri umut veriyor, biri vermiyor. İkinci gün sütümü bebeğimi küveze yatırdılar. Hayatımda ilk defa prematüre bebeğin ne demek olduğunu orada öğrendim. Yani bir annenin bu süreçte en büyük ihtiyacı psikolojik destektir. Doğumuma giren doktorlar çok iyiydi ama beni ağlatan bir doktoru asla unutamam. Ondan sonra psikiyatriye düştüm çünkü artık ölmek istiyordum, yaşamak istemiyordum. Sadece kalbimin sıkıştığını ve elimi yumruk yapıp kalbime vurduğumu hatırlıyorum. O kadar yalvardım ki tüm akrabalarıma bebeğime birilerinin bakması için… Benim iyileşmem gerekiyordu. Hep arkamdan ‘Bu kafayı yemiş, bu deli’ deyip duruyorlardı. Tedavi oldum, ilaçlarımı hâlâ kullanıyorum. Şimdi de çocuğumu böyle güzel büyütebildiğime hepsi şaşırıyor”
Gündemi sarsan yenidoğan çetesi haberini duyar duymaz travmalarının tetiklendiğini belirten Bulut, “O annelerin bebeklerini nasıl öldürdüler? Öyle etkilendik ki… Sanki bu olayı ben yaşadım. Haberi duyunca kendi çocuğuma bakıp bakıp ağladım. İnsan bu kadar zombi olamaz! Hiç para için değer mi ya? Bir de yapan kişi doktor. Biz doktorlara da güvenemeyeceksek kime güvenelim? Cumhurbaşkanına yalvarıyorum, annelerin psikolojik tedavi sürecine lütfen destek olsunlar. Biz anneler olarak bu yaşanan dehşetin peşini bırakmayacağız” ifadelerini kullandı.
Aile merkezli yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin gerekliliğine dikkat çeken El Bebek Gül Bebek Derneği Başkanı Psikolog İlknur Okay, özel hastanelerin yeterince denetlenmediğini ve büyük bir güvenlik açığı olduğunu belirtti. Psikolog Okay, “SGK 8 bin lira ödüyormuş. Bu para nereye gidiyor, hangi tedavi uygulanıyor, denetleniyor mu? Eri